27 Haziran 2014 Cuma

Dualarımız yanlış yere mi gidiyor?



O kadar dua edip, yakarmamıza rağmen kabul olmayan dileklerimiz ne olacak? Cevabı basit aslında...

Ruh ve bilinçaltı, özünde neye ihtiyacımız olduğunu biliyor. Bilmeyen üst beynimiz ve duaları da onunla yapıyoruz.
Başkalarının hayatını etkileyen duaların kabul olmaması doğal. Şu beni çok sevsin ya da bana aşık olsun tarzındaki istekler kabul görmüyor. Çünkü başka birinin hayatını değiştirmeye çalışıyorsunuz. Lotodan para çıkması için edilen duaların da tutmadığı çoğumuz için aşikar.
Evrenin dengesini bozacak, işleyişi değiştirecek, içinde kötülük ve art niyet taşıyan, tekamül etmenizi engelleyecek dilekler, sanırım bilgisayarımızın masaüstündeki geri dönüşüm kutusuna benzer bir kutuya gönderiliyor. Son bir kontrolden geçiyor ve sil düğmesinin tek tuşu ile siliniyor.
Galiba dua edip, istemenin de bir kuralı var. Hayatınıza aşk istiyorsanız, her ıslığınızda gelmemesinden daha doğal ne olabilir ki? Dünyaya gelmenin bir sebebi olmalı, genel geçer kural, gelişim. Ruhunu büyüteceksin. Öğrenip gelişeceksin. Şimdi, her gelen ilişkide aynı hataları yapıyorsanız, yaşadığınız mutsuzluklara rağmen yine aynı eksiklere sahip insanları seçiyor ve benzer acılar yaşıyorsanız, bir önce tecrübe ettiklerinizden ders çıkarmıyorsanız, gerçek aşk kapınızı çalar mı? Aşk gelmedi diye dualara suç bulabilir misiniz?
Bence, sistem her konuda şöyle işliyor. Yaşadığımız iyi ve kötü olaylar, daha iyi ve doğru bir ruha, beyne ve öz disipline sahip olmak için. Karşılaştığı olayların sonuçları ile ilgilenmeyen, her oluşum için karşı tarafı suçlayan kişiler, bir sonraki sahnede, benzer olayın daha şiddetli şeklini yaşıyor. Bu durum, siz ders alıp, kendi eksiğinizi ve yanlışınızı görüp, kendinizi eğitene kadar devam ediyor.
Aşk için de geçerli olan bu kurallar bütünü, biraz silkelenip, oturup düşününce, mantığını, felsefesini kavrayınca, ufak ufak düzelmeye başlıyor. İşte bunları, duaların cevabını almak ve istediklerimize kavuşmak, hatta ödüllendirilmek olarak tanımlayabiliriz.
Yaşamanız gereken ne ise, neyi tecrübe etmeniz gerekiyorsa, karşınıza o çıkıyor. Kimine göre bu dünya çok adaletsiz. Birileri trilyonlarla oynarken, diğer tarafta insanlar açlıktan ölüyor. Doğru, adalet sistemi bizim bildiğimiz şekilde işlemiyor. Ancak, bilmediğimiz, anlayamayacağımız ve hatta hiç arkasını göremediğimiz öyle çok olay var ki…
Dualarınıza dikkat edin. Ne dilediğinize, neyi istediğinize, gerçekte neye ihtiyacınız olduğuna! Yukarıdan gelen siparişler karışmaz. Karıştığını düşünüyorsanız, yemeniz gereken pizza odur. Hayatın farkına varın. İşin özü farkındalık! Sizi sevenlerin, size değer verenlerin kıymetini bilin. Elinizde bulunan her şeyin kaybedilince değerinin anlaşıldığını unutmayın. Hele kapınıza bir aşk bırakılmışsa, onu itina ile büyütün. Birçok dilek ve dua yerine ulaşır. Bunların içinde en az cevap alınanı, aşktır. Elinize bir aşk meleği konduğunda bunu fark edin. Çünkü pırlantadan bile değerli bu hediye, kıymetini bilmezseniz uçup gidecektir. Sonra gelsin diye bir ömür beklersiniz…
C.Ü

Hiç vazgeçmeyeceğiz aşktan


Kırılmış herkes, kırgın yüreklerle dolup taşmış caddeler, görüyorum. Gördüklerime dayanmazken içim, bildiklerimi nasıl kaldırıyorum, siz tahmin edin!

Herkesin bir acısı var. Aşktan yana yaralı gönüller. Artık taşıyamıyor kendi gözyaşını bile insanoğlu. Aşka küskünüz, daha kötüsü inanmıyoruz.
Nasıl bu hale geldik? Ne zaman bitti kadın ve erkeğin arasındaki o sihir? Ne zaman ruhlarımızı sattık şeytana; üstelik bu kadar ucuza, neredeyse bedavaya?
Kendi ellerimizle hazırladık şimdiyi, dün yaptık hepsini, dünlerde bir yerde, doğaya karşı çıktık önce, sonra kendimize. Bilerek, isteyerek tüketti yaşamını insan ve aşkı da kaybedeceği hiç aklına gelmedi.
Şimdi gözlerimiz yolda, belki gelir diye bekliyoruz. Şu köşeden ha döndü, ha dönecek aşk! Her yeni tuttuğumuz eli, o sanıyoruz. Yanılıyoruz!
Böyle vurgunlarla kaybettik inancımızı, gittikçe sığlaştık. Adına onlarca sıfat yerleştirdiğimiz sevgi, özünü yitirdi dilimizde. Dile değmeyince, gönüle de varılmıyor elbette!
Daha geç olmadan toplamanın tam zamanı! Ya şimdi başlayacağız gönüllü aşk savaşçılığına, ya buzulların erimesi gibi, çok geç olacak aşk için de!
Bizler, hala insan yanımızı korumaya ve kalbimizi eğitmeye devam edeceğiz.  Aşka tüm gücümüzle inanarak başlayacağız işe, sevgimizi vermek için büyük sebepler aramayacağız. En fazla üç kere daha ağlarız, ne olmuş? Zaten ağlıyorduk! En azından gözyaşımızı bir erdem uğruna dökeriz.
Aşkı bulmak istiyorsak, artık gelip kapımızı çalmasını bekleme zamanı geçti. İş başa düştü!  Sokak sokak gezerek arayacağız. Hiç yılmadan, defalarca yanılarak belki, belki ilk seferinde turnayı gözünden vurarak ama sonunda mutlaka başaracağız.
Aşk bize kırgın zaten, bizim ona küsmeye hakkımız yok! Biz incittik, biz parçaladık ellerimizle. Madem bugünlere birlikte geldik, o zaman elbirliğiyle düzelteceğiz. Aşkı tekrar getireceğiz evine, yani kalplerimize. Ne kadar zor olsa da, başaracağız. Biz treni kaçırmış olsak bile, çocuklarımızın ve gelecek nesillerin birlikte yaşlanmaları için, güzel günler bırakacağız. Biz, kendimizin ve bizden öncekilerin hatalarını silip, sevginin değerini göstereceğiz. Biz kimiyiz? Biz, bu yazıyı okuyup altına imza atanlarız!

C.Ü

Little Me




Küçük Ben

[Jade]
O yalnız bir kızın gölgesinde yaşıyor, sesler çok sessiz, tek kelime duyamazsın, her zaman konuşur ama duyulamaz

[Leigh]
Eğer gözlerini yakalayabilirsen onu görebilirsin orada,
Cesur olduğunu biliyorum ama o içeride sıkışıp kaldı
Göstermeye korkuyor ama nedenini bilmiyor

[Hepsi]
Keşke şimdi bildiklerimi o zaman bilebilseydim,
Keşke bir şekilde zaman içinde geri gitseydim
Ve belki kendi tavsiyemi dinleyebilirdim

Ona konuşmasını söylerdim, bağırmasını söylerdim
Biraz daha yüksek sesle konuşmasını, daha gururlu olmasını,
Güzel olduğunu söylerdim, harika,
Göremediği her şeyi

Konuşman lazım, bağırman lazım
Ve burada, şimdi bil,
Güzel olabilirsin, harika olabilirsin, istediğin her şeyi
Küçük ben...

[Jesy]
Evet yaşını göstermek için epeyce zamanın var,
Kafanı tek bir kitap sayfasına çevir
?

[Perrie]
Çok hızlı koş, ve tüm riski al
Yayı almaktan korkma
Çok büyük hissediyordun ama çok küçük gözüküyorsun

[Hepsi]
Keşke şimdi bildiklerimi o zaman bilebilseydim,
Keşke bir şekilde zaman içinde geri gitseydim
Ve belki kendi tavsiyemi dinleyebilirdim

Ona konuşmasını söylerdim, bağırmasını söylerdim
Biraz daha yüksek sesle konuşmasını, daha gururlu olmasını,
Güzel olduğunu söylerdim, harika,
Göremediği her şeyi

Konuşman lazım, bağırman lazım
Ve burada, şimdi bil,
Güzel olabilirsin, harika olabilirsin, istediğin her şeyi
Küçük ben...


26 Haziran 2014 Perşembe

Haftada 1 kilo verdiren beslenme kuralları



Tatsız tuzsuz diyet listelerine gerek kalmadan kilo vermek istiyorsanız tek yapmanız gereken bu beslenme kurallarına uymak.


Yazla birlikte kilo verme telaşına kapılıp da kendinizi sıkıcı ve sürdürülemez programlara mahkum etmeyin. Unutmayın geçici bir süreliğine yapılan çok sıkı diyetler, sonrasında sizin çok daha fazla kilo almanıza neden olur.
Kalori saymak yerine beslenmeyi öğrenmek ve yaşam tarzınızda ufak değişiklikler yaparak kalıcı çözümler bulmak, hayatınız için en doğru seçim olur.
Kilo vermek bir matematik hesabıdır. Kilo vermek demek; alınan kalorinin, harcanan kaloriden az olması demektir. Vücudun 1 kilogram vermesi demek, 7000 kalori harcamak demektir. Aynı şekilde 1 kilogram aldığınızda da fazladan 7000 kalori almış oluyorsunuz. Peki, 1 haftada beslenmenizde neleri azaltarak 7000 kalori kaybedebilirsiniz?
İşte Beslenme Uzmanı Simge Çıtak'tan bir haftada 7000 kalori harcamanın yolları...


1- Her gün içtiğiniz kahve ve çayınıza attığınız 5 şekeri keserek, haftada 35 şekerden aldığınız 700 kaloriyi almazsınız.



2- Her gün farkında olmadan ya da ikram edildiği için ayıp olmasın diye yediğiniz, 2 kare çikolatayı yemezseniz 50 kalori, haftada 350 kalori kazanırsınız.



 3- Yemeklerin yanında iyi gidiyor diye içtiğiniz, hiçbir besin içeriği olmayan bir bardak asitli içeceği içmezseniz ya da kalorisiz olan içecekleri tercih ederseniz, haftada 700 kalori de böyle kazanırsınız.


4- Sabahları hızlı evden çıkmak zorunda kaldığınız ve kahvaltı edemediğiniz için dışarıdan aldığınız poğaçaları kaldırıp, onun yerine 1 dilim ekmeğin arasına 1 dilim peynir koyup yeseniz, günde en az 150 kalori kazanırsınız. Böylece haftada 1050 kalori kazancınız olur.




5- Her gün eve geldiğinizde rahatlamak için içtiğiniz 2 kadeh şarabı ya da 2 şişe birayı, 1 kadehe düşürerek 100 kalori kazanırsınız. Haftada 700 kalori.


6- Dışarıda yediğiniz salatayı sossuz isteyip, kendiniz zeytinyağı ve limon koyarak en az 100 kalori kar edersiniz. Bu da size haftada 700 kalori kazandırır.



7- Öğlen yemeklerinde yediğiniz, 1 kase çorba ve 4 yemek kaşığı pilavdan birini tercih ederek, yaklaşık 200 kalori kazanırsınız. Tercihinizi çorbadan yana yapmanızı da tavsiye ederim. Çünkü çorbalar hem tok tutarlar hem de sindirim sistemini rahatlatırlar. Öğünlerde yaptığınız bu tercih, size haftada 1400 kalori kazandırmış olur.


8- Her tür tatlıyı severim ve her gün yerim diyen biriyseniz, bir dilim pasta veya baklava yerine sütlü bir tatlıyı tercih etmeniz, size yaklaşık 200 kalori kazandırır. Bu da haftada sizin 1400 kalori az almanızı sağlar.




Sadece bunlara dikkat ederek, 1 haftada yaklaşık 7000 kalori az aldınız. Ve böylece 1 kilogram verdiniz. Şimdi düşünün! Bunları yapmak çok mu zor? Sadece yediklerinizin farkında olarak, küçük tercih değişiklikleri yaparak bir kilo verebiliyorsanız, vermek istediğiniz tüm kilolardan biraz daha dikkat ve sabırla kurtulabilirsiniz.

Kahvenin faydaları ve zararları


Kalp sağlığı

Aşırı kahve tüketimi kalbin ritmini olumsuz yönde etkiliyor. Kahvenin içerdiği kafein fazla tüketildiğinde, kalpte ritim bozuklukları meydana gelebiliyor. Düzensiz kalp atışları kalp çarpıntısına ya da taşikardi gibi rahatsızlıklara neden olabiliyor. Doktorlar özellikle kalp hastalarının sınırlı miktarda kahve içmelerini tavsiye ediyor. 




 Tansiyon 

2003 yılında Edinburgh Üniversitesi uzmanlarının yaptığı bir araştırmayla, kahvenin tansiyona olan etkisiyle ilgili görüşler yeni bir ivme kazandı. Düzenli olarak günde dörtbeş bardak kahve içenler üzerinde yapılan araştırmalarda kandaki basınç, yani tansiyon hızla yükseldi. Yapılan testlerde, yüksek miktarda kahve tüketiminin tansiyonu hızla yükselttiği görüldü.



Mide 

Kahve, ülser gibi mide rahatsızlıklarına neden olmasa da, bu hastalıkların varlığında kötüleşmesini tetikliyor. Kahve, midenin asit salgılamasını uyarıyor.



Şeker hastalığı 

Bu sene açıklanan iki raporda; kafeinin Tip 2 şeker hastalığı üzerindeki etkileriyle ilgili olarak farklı görüşlere yer verildi. Amerika’da yapılan araştırmalarda, yemek zamanlarında yükselen kan şekeriyle birlikte tüketilen kahvenin şeker hastalığını olumsuz yönde etkilediği ortaya çıktı. İngiltere ise, yapılan bu araştırmanın yetersiz olduğunu ve Tip 2 şeker hastalığının kahveden olumsuz yönde etkilenmediğini açıkladı. Uzmanlar kahvenin içindeki kafeinin değil, minerallerin şeker hastalığına karşı koruyucu bir etkisi olduğunu savunuyorlar. 



Su kaybı 

Uzmanların bir kısmı kahvenin vücutta sıvı kaybına neden olduğunu savunurken, bir kısmı da bu kaybın önemsiz derecede az olduğunu savunuyorlar. 


Migren 

Kahve uzun zamanlardan beri migreni tetikleyen uyarıcıların başında sayılıyor. Kahvenin bileşenlerinin beyinde bulunan kan hücrelerini tetikleyerek migrene neden olduğu, araştırmalarda görülüyor. 



Vitamin ve mineral kaybı 

Kafein, vücudun demir ve diğer besinleri emmesini engelliyor. Ayrıca, kalsiyumun idrar ile vücuttan atılmasına neden oluyor. Bu da osteoporoz (kemik erimesi) riskini artırıyor. 



Doğurganlık 

Kafeinin doğurganlığı olumsuz yönde etkilediği biliniyor. Günde üç fincan veya daha fazla kahve içmek, kadının doğurganlık oranını azaltıyor. Çünkü aşırı miktarda kafein tüketimi yumurtlamayı olumsuz etkiliyor.

Bu konuda çarpıcı bir başka sonuç ise, Brezilya’dan geliyor. Brezilya’da bulunan Sao Paulo Üniversitesi uzmanlarının yaptığı araştırmalarda, her gün düzenli olarak kahve içen erkeklerin içmeyenlere oranla daha güçlü spermleri olduğu kanıtlandı. Kafeinin spermin üzerinde uyarıcı etkisi olduğunu savunan uzmanlar, bunun merkezi sinir sisteminde de aynı etkiyi gösterdiğini iddia ediyorlar. 


Hamilelik

Kafeinin anne karnındaki bebeğe zararlı olduğu biliniyor. Uzmanlar, hamile kadınların günlük kafein tüketme sınırlarının 300 mg olduğunu belirtiyorlar.






Kanser

Yeşil ve siyah çay gibi, kahve de antioksidanlar içeriyor. Bu da kansere yol açan hücrelerin çoğalmasını engelliyor. 'Beni duyularım yönetir'

Baş ağrıları 

Migreni olumsuz yönde etkileyen kahve, şaşırtıcı bir biçimde baş ağrısına iyi geliyor. Baş ağrısı ilaçlarında bulunan bazı maddeleri içeren kahve, ağrı kesicilerle kıyaslandığında, yüzde 40 oranında baş ağrısında daha etkili oluyor. 

Beyin uyarımı 

Kahve konsantrasyona yardımcı oluyor. Yapılan araştırmalarda, okul çağındaki çocukların az miktarda kahve ile süt içtiklerinde sabahki derslerinde daha başarılı oldukları görülüyor.


Karaciğer sağlığı 

Düzenli kahve içenlerin siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarından daha az şikayet ettiği görülüyor. 


Safra taşları 

Kadın vücudu erkeğe kıyasla iki kat daha fazla safra taşı üretiyor. Günde dört bardak kahve içen kadınların içmeyenlere oranla yüzde 25 daha az safra taşından şikayet ettiği kanıtlandı. 



 Cilt 

Yapılan çalışmalarda bilinenin aksine; kahvenin selülite karşı faydalı olduğu görülüyor. Ayrıca içtiğiniz Türk kahvesinin telvesini yüzünüze sürüp ovalarsanız bebeksi bir cilde sahip olursunuz.






Etme..




Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme. 
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme. 


Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı? 
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme. 



Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru. 
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme. 



Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için... 
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme. 



Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi, 
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme. 



Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan. 
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme. 



Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan. 
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme. 



Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; 
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme. 



Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi, 
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme. 



Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize, 
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme. 



Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle. 
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme. 



Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı. 
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme. 



İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil. 
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme
Mevlana Celaleddin Rumi

Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini



Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk so?ur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.

Benim ömrüm sana hediye mi?



Yüksek duvarlarla çevrilmiş kalbine ulaşan bir yol arıyorum. Seni sevmek kolay değil, anlamıyorsun. Ne kadar istesem de, tırmanırken düşüyorum o yükseklerden, kanıyor bacaklarım, kalbim, fark etmiyorsun.


Ne varsa aşka dair önüne sersem, hiçbir zaman sana yetmeyecek ve hep daha fazlasını isteyecek bir oburlukla bakıyorsun.
Seni sevmek kolay mı sanıyorsun? Hangi dilde karşılığı var ki; kendini çok sevdiğini sanan ama hiç sevmeyen bir insana sevdayı kelimelerle açıklamanın?
Her gece, yarın sabah uyandığımda sen başka bakabil dünyaya diye dua ediyorum. Dua ediyorum çünkü sadece karanlıkta görmeye alışmış bir yüreği güneşe döndürmeye gücüm yetmiyor, yoruluyorum.
Hep bir sonraki hatanı kuruyorum içimden, ne yapabileceğine dair senaryolar hazırlıyorum söylediğin üç kelimeden, sessizliğinden, bir el hareketinden veya bazen sadece sabah işe giderken verdiğin öpücükten. Bunun ne büyük bir ıstırap olduğunu biliyor musun?
Her gün bu ilişkiyi ayakta tutmak ve tıpkı seni bir bebek gibi, iyiler dünyasına döndürmek için, kendimden, ömrümden bu kadar çok taviz vermenin kadar zor olduğunu biliyor musun?
Elbette bilmiyorsun! Tıpkı güzel doğan ve hep el bebek büyütülen bir kız çocuğunun, çirkin biri olmanın ne demek olduğunu bilmediği gibi. Her zaman dört ayak üstüne düşen ve hayatında hep ona yardım eden insanlarla çevrili olan birinin, şanssızlığın ne olduğunu bilmediği gibi…
Ancak bir yandan diyorum ki; acaba bu da benim ağır yolculuğum mu? Çünkü bir insanın ömrünü bu kadar boşa harcaması, üstelik buna hiçbir mecburiyetinin olmaması, mantıksız değil mi? Seni sevmekten başka hiçbir bahanem yokken, üstelik bu bahaneleri oluşturan nedenler de her gün azalıyorken, burada niye durduğumu kendime açıklayamıyorum.
Bunca mücadelenin ve seni bildiğim doğrulara döndürmenin her yolunu denemenin ardından, bir karar vermeliydim. Ya ömrümü sana amaçsızca hediye edip, boşa akıp gitmesini izleyeceğim; ya senin de bu kaderle doğduğunu kabul edip, kendi yolunda yürümene izin vereceğim.
Ancak bildiğim bir şey var: Bu saatten sonra hem yanında durup, hem şikayet etmek, sadece ahmaklıktır!
C.Ü

25 Haziran 2014 Çarşamba

Aşk bir kere kalbe yerleştiğinde



Aşkın herkese göre bir tanımı var. Bana göre aşk, mantığını kaybettiğin yerdir. Akılla çözülemeyecek bir histir.

Normal şartlarda asla yapmayacağın şeyleri yaptıran, iyiyi kötüyü ayıramadığın, karşındaki insanı objektif olarak gözlemleyemediğin, yargılarının olmadığı yerde geldiğinde, aşkın ortasında duruyorsundur.
Sevginin ise farklı bir olgunluğu vardır. Sevgi, rağmen yaşamaktır. Doğruyu yanlışı bilerek, günahı sevabıyla kabullenerek teslim olmak, sevgidir.
Aşk dediğin kaybolmaktır. Büyülü bir ormanın içinde, en sevdiğin düşler arasında yürümek gibidir. Aşkın kör yanı, kayboluşunu fark etmemektir. Sen olmayan bir sen yaratır. Kalple ruh arasında bir yerde durur aşk ve asla aklın hükmüne izin vermez.
Çoğu insan aşkla gençlik yıllarında tanışır. Gençliğin o hoyrat ve deli dolu tarafına da çok yakışır. Kavak yelleri eserken başında, aşkın pembe bulutları dahil olur ve hiçbir söz gönülde etki yaratmaz. Güzel zamanlardır aslında, geriye dönüp baktığında gülümsetir insanı.
Aşk kendini hayatın telaşına kapılanlardan sakınıyor diye düşünüyorum. Ne zaman okulu bitirip, yaşamın gerçek yüzüyle tanışsak, dertler de başlıyor. Koşuşturma, gelecek kaygısı kolumuza giriyor. Mantığımız bir yol çizmemizi söylüyor. Ayaklar üzerinde durabilmek, geçim sıkıntısı, evlenmek isteği, belki bir çocuk beklentisi, hepsi bizi akıl düşünmeye zorluyor. O yaşlarda aşktan çok, sevip güvenebileceğimiz birisini tercih ediyoruz. Aşkın ilgi alanına girmiyoruz.
Aradan yıllar geçiyor. Tam unumuzu eleyip, eleği de duvara asacakken, aşk yine ortaya çıkabiliyor. Orta yaşların sonlarına doğru, muhtemelen yaşam yolumuzu öyle ya da böyle çizmiş oluyoruz. Ne ektiysek biçmiş, kararlarımızı vermiş haldeyken, aşk penceremizi aralıyor. Çünkü artık aşk için vaktimiz var. Üstelik yorgunuz! Ruhumuz, kalbimiz, bir sıcak yüreğe sığınıp dinlenmek istiyor. Beklentilerin en aza indiği bu süreç, o güne kadar kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmek için bir olanak tanıyor. O zamanın tadı da, ancak paylaşarak çıkıyor.
Bence aşk, insanı ya gençlikte, ya orta yaşlardan sonra vuruyor. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz ama aşkı sevgiyle karıştıranların da sayısı azımsanamaz. Dilerim siz, o şanslı kişilerden olun. Tüm ömrünüzü aşık ve mutlu geçirin.

Herkesi inandırabiliriz kendimize


Herkese yalan söyleyebilir insan, biraz yeteneği varsa kandırabilir. Koca bir ömrü, bir yalan üstüne kurup yaşayabilir.
Her yaşam bir hikayedir başlı başına ve hiçbir hikaye kendinden önce yazılmışlarla aynı değildir. Her satırını kendi yazdığı bu senaryonun, başkahramanıdır insan. Farkında olsun olmasın, bilerek veya bilmeyerek, yönünü değiştirir yaptıklarıyla. Bu hikayenin tek farkı yaşandıkça yazılmasıdır. Her tercih satırlara dönüşür, anılar oluşturur sonsuzlukta.
İşte tüm bu kurgunun ortasında, bizler en çok kendimizi kandırmayı severiz. Başkalarından daha kolaydır kendimizi kandırmak. Her şeyi yapabilen hayal gücümüz, doymak bilmez bir iştahla yaşar.
Birisine çok aşık olduğumuza inanırız, bir daha hiç sevmeyeceğimize, çok güzel veya yakışıklı olduğumuza, hasta olduğumuza, iyi bir sevgili olduğumuza, iyi bir evlat olduğumuza, iyi bir insan olduğumuza, hayatı tanıdığımıza, insanları tanıdığımıza, mesleki başarımıza, en iyisi olduğumuza, en kötüsü olduğumuza ve daha pek çok şeye inanırız. İşin ironisi ise, inandığımız neyse o olduğumuzdur.
O yüzden bitmek bilmez uzun acılar çekeriz, kendimizi zayıf hissettiğimiz için birine bağımlı kalırız. Yalnızlığa dayanamayacağımıza inandığımızdan bütün ömrü bir kötü uğrunda harcarız.
Daha az verirsek karlı olacağımıza, saklarsak yakalanmayacağımıza, bencilliğin bizi zenginleştireceğine, gücün bizde olmasının avantaj sağladığına, iyiliğin acizliğine inanırız.
Ölüm kapıya yaklaşmadıkça, bir ölümlü olduğumuzu hatırlamayız. Hep başkalarının başına geleceğine,  iyi olayların bizim çabamız olduğuna ancak kötülüklerin kısmetsizlik veya kader olduğuna inanırız.
Bir kere sevildiğimiz için hep sevileceğimize ve aşkın her zaman bulunabileceğine güvendiğimizden, bizi sevenleri harcarız.
Herkese yalan söyleyip kandırabiliriz. Bütün bir ömrü, insanları kendimize inandırmakla harcarız. Herkesi canımızın istediği gibi kandırabiliriz, elbette işe kendimizi kandırmakla başlarız…



24 Haziran 2014 Salı



Her gönül BiRTEK sevgiliye dönüktür aslında...

Lakin KIBLESi yanlıştır...
Bulduğunu sandığı şey gerçekte aradığı değildir...
Kimisi gül yüzlü bir güzele MEFTUN,
Kimisi bir CEYLAN bakışlıya mecnundur...


Bazısı dünyaya kanmış,
                                                       Bazısı MALA mülke aldanmıştır...
Oysa her biri aslında bir SEVGİLİ tarafından sınanmıştır...!
Hz.Mevlana

23 Haziran 2014 Pazartesi

Aşkı kime emanet ediyoruz?



Sevginin açlığı sarınca bedenimizi, biraz şımartılmak isteyince ruhumuz, kalbimiz birine kanmak isteyince, başka bir yüreğin içine saklanıp bu dünyadan uzaklaşma özlemi çöreklenince; karşımıza çıkan ilk ışığa bir değer katıyoruz.
Var ediyoruz yok olanı, olmayanı olduruyoruz. Sıfatlar yüklüyoruz karşımızdakinin haberi olmadan, kimseye söylemediğimiz hayaller kuruyoruz.
Birine, hiç de layık olmadığı değerler veriyoruz. Üstelik onların böyle bir talebi olup olmadığını bilmeden! Senaryoyu biz yazıp, filmi biz çekip, oyunculuğunu da biz üstleniyoruz.
Aslında ihtiyacımız olan şeyi unutup, kurduğumuz binayı süslemeye başlıyoruz. Bir evi dekore eder gibi, farklı renklerle boyuyoruz; perdeler, yastıklarla şenlendiriyoruz. İyi de, deprem olunca ne olacak? Bu binanın temeli sağlam değil ki! Üstelik ihtiyacımız olan şey bina da değildi! Bütün bunları yaparken, asıl olanı, yani sevgiye olan ihtiyacımızın doyurulması gerektiğini unutuyoruz.
İnandırıyoruz kalbimizi, kendi kurduğumuz hayale. Aklımız arada bir ikaz ediyor bizi, sesini duymamayı tercih ediyoruz. Çünkü elimizde –mış gibi yaptığımız, aşk sandığımız, bizimle ilişkisi olan biri oluyor.
Bütün bunlar yetmiyor; bir de hayatımızın merkezine oturtuyoruz o birlikteliği. Her şeyimizi ona göre ayarlıyoruz. Gereksizce fedakar, istenilmediği kadar verici, fazlaca cömert oluyoruz.
Hepsinin üstüne beklentilerimiz geliyor. Kendi inşa ettiğimiz binanın niteliklerinde şikayet ediyoruz. İsteklerimizi tam olarak karşılamadığından yakınıyoruz.
Sonunda beklenen oluyor! Hayal kırıklıkları, can acısı gelip çalıyor kapımızı. Kalbimizde bir yara daha açılıyor. Bağırıyoruz ardından, neden öyle olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Cevabını bulamıyoruz.
Biraz zaman geçiyor. Külleniyor içimizin ateşi, sakinleşip alışıyoruz. Hayat eski haline dönüyor. Sevginin açlığı yine sarıyor bedenimizi. Tam da o zamanda, biriyle çarpışıyor yollarımız. Ve sil baştan, yeniden aynı oyunları oynuyoruz, bir oyunun içinde olduğumuzu bilmeden. Biz aşkı kime emanet ediyoruz?
C.Ü

18 Haziran 2014 Çarşamba



-Mutlu olmak istersen önce kendini seveceksin ve kendine değer vereceksin!

-Mutlu olmak istersen içindeki olumsuz düşüncelerden temizleneceksin!

-Her sabah kalktığında nefes alabiliyorsan ve yaşıyorsan, şükredeceksin!

-Oh! bugün de yaşıyorum ve nefes alabiliyorum, elim kolum tutuyor, yürüyebiliyorum, konuşabiliyorum diyeceksin.

-Mutluluğunuzu bir şeye yada bir şeylere bağlamayın! Şu olursa mutlu olurum demeyin. O zaman mutlu olmak için belkide çok bekleyeceksiniz ve bu süre içinde mutsuz olacaksınız.

-Beklediğiniz şey belkide hiç olmayacak bir ömür mutsuzluğa mı mahkum olacaksınız? Farz edelim oldu, işte sadece o an mutlu olacaksınız arkadan başka başka istekleriniz olacak.

-İnsanoğlunun istekleri bitmez. İşte bu nedenle asla mutluluğunuzu bir şeylere bağlamayın. Ben mutlu olmak istiyorum deyin ve şükredin, kendiniz sevin ve hatalarınızı affedin.

-Kendinize değer verin. O zaman her şeye gülümseyerek bakacaksınız, kendinizi sevdikçe çevrenizdekileri de sevecek ve sevgi dağıtacaksınız.

-Yaratanın yarattığı her şeyi sevin, hayvan, ağaç, çiçek, çocuk, eş, ana-baba, kardeş, eş dost ve komşular herkesi hatalarına rağmen sevin.

-Kimsede kusur aramayın ve kusurları yaymaya değil örtmeye alışın.

-Kendinizi sevdikçe umutlarınız yeşerecek, hayalleriniz güzelleşecek, yaşamaktan zevk alacaksınız.

Kendinize iyi bakın ve kendinizi sevin, kendinize değer verin.

Yeniden başlayın


Şu anda hayatınızdaki her şey kötüye gidiyor olabilir. Dibe vurmak deyimi belki de, şu anda tam olarak sizi anlatıyordur ama aklınızda tutmanız gereken önemli bir şey var…

Geçecek! Her şey gibi, her zaman olduğu gibi, şu anda içinde bulunduğunuz durum da geçecek! Sadece biraz zaman ihtiyaç var.
Bazen olayları olduğu gibi kabul etmek, içinde bulunduğunuz halin siz anlamasanız da bir sebebi olduğunu düşünmek, o geçişi yumuşatıyor.
Hiç ummadığınız sıkıntılar, aslında büyük düşüşün yumuşatması olabilir. Yüksek bir yerden düşerseniz, betona çarpar ölürsünüz. Oysa alttaki dükkanın brandalarına çarparak sonra yere düşmek, öncelikle hızınızı azaltır, sonra düşme mesafenizi kısaltır. Mutlaka hasar alırsınız ama ölmezsiniz.
Bazen art arada başımıza gelen kötü şeyleri, o brandalar gibi koruyucu bir kalkan olarak düşünmekte fayda var. Kolay olduğunu söylemiyorum, zaten kolay olması zorluğun doğasına ters ama inanmanız gereken tek şey geçeceğidir.
Bu süreçten daha az zarar alarak atlatmanın bir yolu var mı? Elbette var! Yaşadığınız olayların kötü olması, bir battaniye altında ağlayarak yatmanıza neden olmamalı. Bir şeylere yeniden başlamayı denemelisiniz.
Mesela daha fazla kahkaha atmanızı sağlayacak şeyler yapın. Güleceğiniz filmler izleyin, ağlatan müziklerden uzak durun. Hatta mümkün olduğu kadar sağlıklı beslenmeye çalışın çünkü yedikleriniz de ruh halinizi etkiler.
Sürekli mutluluk diye bir şey olmadığını bunca yıllık yaşam tecrübenizden öğrendiniz zaten. O zaman anlardaki mutluluğa göz dikin. Evet, sıkıntılar var, haklısınız geçtiğiniz süreç zor ama bu kendinize mutlu anlar yaratmak için engel değil.
Bir bardak kahveyi içmek, bir dosta merhaba demek, güneşin doğuşunu görmek veya deniz kenarında yürüyüşe çıkmak, her şey mutluluk için bahanedir. Siz yeter ki, onu yaratmak isteyin.
İster sevgilinizden ayrılın, ister borç içinde olun, ister bir hastalıkla mücadele edin, her ne olursa olsun, yaşadığınız andan bir dakika sonrası için sözleşmeniz yok. O yüzden sorunlar geçene kadar mutlu olmayı öğrenmelisiniz.
Etrafınızda zaten mutsuzluk var, neden mutlu olmak için bir saat bile fırsat yakalarsanız bunu değerlendirmekten kaçınasınız ki? Hadi şimdi gülümsemeye başlayın ve şuna kalpten inanın: Bunlar da geçecek ve mutlaka bir sebebi var…
Candan Ünal